İnsan vücudunu uyum içinde çalışan, olağanüstü organizasyona sahip bir ekosistem olarak düşünebilirsiniz. Ancak hem yapısı gereği hem de pek çok dış faktörün etkisi altında olduğundan belli bir ömrü var. İşte bu ömrün başından sonuna doğru yapılan yolculuğa yaşlanma diyoruz. Yaşlanma, değişken bir süreçtir. Saçları beyazlamış ve dökülmüş, cildi incelmiş, lekelenmiş ve kırışmış kişilere yaşlı deriz. Lakin dış görünüşü iyi olsa da, gözleri iyi görmemeye başlayan, fizik performansı azalmış, belli organ hastalıkları ortaya çıkmış, eklem ağrıları olan, kalp krizi geçirmiş ya da solunum problemleri yaşayan kişiler için “yaşlı” yerine “hasta” sıfatını kullanırız. Halbuki esasında aynı şeyden bahsettiğimizin farkında değilizdir.
Yaşlanmaya neden olan yıpranma faktörlerinin başında oksijenlenme ile ilgili sıkıntılar gelir. Dokular yeterince oksijen alamayınca tıpkı havasız bir odada kaldığınızda ya da bir burun deliğinizi tıkayıp diğeriyle yetinmeye çalıştığınızda hissettiğinize benzer bir stres yaşarlar. Tedbir olarak oksijen tüketimini azaltır ve daha azıyla yetinmeye başlarlar, bu da fonksiyonların yerine layıkıyla getirilememesiyle sonuçlanır. İkinci çok önemli yıpranma faktörü beslenme bozukluklarıdır. Doğru ve kaliteli besine ulaşamayıp zararlı pek çok madde vücuda girince sindirim sistemi doğru çalışmamaya başlar ve sonrasında bariyer fonksiyonundaki kusurların yol açtığı çeşitli zincirleme reaksiyonlar sonucunda vücudun pek çok farklı yerinde farklı arazlar ortaya çıkar. Eklem problemlerinden alerjilere, romatizmal hastalıklardan kalp ve damar rahatsızlıklarına, vücudumuzdaki hemen hemen tüm kronik problemlerde beslenme bozukluklarının rolü vardır. Peki bu nasıl gerçekleşir? Vücudumuz sürekli bir yenilenme içindedir. Eskimiş ve fonksiyonunu kaybetmiş hücreler yerine sürekli yenileri oluşturulur. Vücut ağırlığımızın doksanda birinin her gün biz hiç fark etmeden değiştiğini biliyor muydunuz? Ancak bu “tamirden sorumlu” mekanizmalar kaliteli besin, yani kaliteli yedek parça bulamadıklarında ellerindekiyle yetinmek zorunda kalırlar ve bu yenilenme de ne yazık ki kalitesiz olur.
Bağışıklık sistemimiz ise, çoğu zaman bu kalitesizliği algılayarak kendi hücrelerimiz ya da proteinlerimize karşı iltihabi reaksiyon oluşturur. Bunun olası sonuçları da yukarıda örneklerini saydığım pek çok kronik hastalık ve bazen de kanserdir. İşte bu iki stres mekanizması, yani oksijenlenme eksikliği ve beslenmeye bağlı enflamasyon kusurları, organ yaşlanmasına neden olan temel yıpranma süreçlerini temsil eder. Güneş, sıcak, soğuk gibi fiziksel travmalar, değişik şekillerde ve fark etmeden vücudumuza aldığımız ağır metaller ve diğer kimyasallar, ve psikolojik stres, bu iki temel mekanizmayı daha da güçlendirir ve hızlandırır. Ne yazık ki bunları cilt yaşlanması kadar erken fark edemeyiz ve gerçek yaşlanmayı tecrübe etmeye başlarız. Bu yıpranma süreçlerini hafifletmek ve stresin etkilerini geri çevirmek için uygulamanız gereken gerçek “anti-aging” programlarının başında doğru beslenme gelir. Hayvansal gıda alımınız ihtiyacınıza göre optimize edilmeli, vücudunuzun mevsimsel döngüsüne uygun mineral, vitamin ve sıvı alımınız düzenlenmeli, bunun yanı sıra spor ve ruh-zihin-beden farkındalığını artırıcı aktiviteler ile yaşam tarzınız dengelenmeli, koruyucu/tamamlayıcı tıp uygulamaları ile bedeniniz desteklenmelidir.